You are using an outdated browser. For a faster, safer browsing experience, upgrade for free today.
EURO 2024 BLOG

EURO 2024 Öncesinde Yaşanan Şiddet Olaylarındaki Artışın Futbol ve Taraftarlar Üzerindeki Etkisi

MAKALE

Bu yaz, EURO 2024 için Almanya'yı ziyaret edecek olan futbolseverler, çeşitli kaynaklarca yayılan iddialara göre, Avrupa genelinde ortaya çıkan aşırı sağcı neo-nazi gruplarla karşı karşıya kalabilir. Bunun gibi ve benzeri haberler, İngiltere ve Avrupa medyasında, Avrupa'da holiganizmin sözde geri dönüşü üzerine son zamanlarda çıkan pek çok haberden yalnızca birkaç tanesi. İddialara göre durum o kadar kötü ki Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde hükümetler bu meseleyle mücadele etme sözü verdi. Daha fazla polis ve daha fazla önlem çağrıları göz önüne alındığında, otoriter bir tutum ile karşı karşıya kalınabilir gibi gözüküyor.

Dünya futboluna, sporun her alanına ve sportmenliğe uzun yıllardır destek veren Tempobet (link), EURO 2024 maçları için en iyi oranları sunuyor. Kazanma şansını kaçırmayın!

Peki futbolda şiddet gerçekten artıyor mu ve daha otoriter bir tutum gerçekten gerekli mi? Dürüst olmak gerekirse futbolda şiddet ya da şiddetin formlarına her zaman rastlıyoruz ve bu durum bazı taraftarlar ve oyuncular için gerçekten endişe kaynağı olabiliyor. Hatta holiganların aşırı sağcı siyaset ve organize suçlarla yakından bağlantılı olduğu Sırbistan gibi bazı ülkelerde bu ciddi bir asayiş sorunu haline gelmiş durumda. Ancak çoğu Avrupa ülkesine baktığımızda yaşanan şiddet olayları, Marsilya ve West Ham United'ın aralarındaki karşılaşma ve birkaç diğer maç gibi az sayıda sansasyonel olaylarla sınırlı.

Futbolda şiddet artıyor olsa bile, asıl soru şu; hangi döneme kıyasla? Açıkçası bugüne baktığımızda, maçların askıya alındığı ya da seyircisiz oynandığı pandemi döneminden daha kötü bir durumla karşı karşıyayız. Şiddetin pandemi öncesine göre daha kötü olmasının bir başka nedeni de pandemideki karantina döneminin psikolojik etkilerinin hala sürüyor olması olabilir, ancak bu büyük olasılıkla geçici bir olgudur. Son iddialar ise pek bir temeli olmayan, İngiltere'de 1980'lerde, Avrupa'da ise 1990'lardaki holiganizmle dolu "karalık günlere dönüş" iddiaları. Görüldüğü üzere sahalarda şiddettin arttığına dair istatistiksel ve görgül herhangi bir veriye sahip değiliz.

Peki, futbolda artan şiddet algısı somut verilerden kaynaklanmıyorsa nereden kaynaklanıyor? Birincisi, medya her zaman futboldaki şiddeti abartmış ve sansasyonel hale getirmiş, panik tonunu benimsemiş ve bunu daha geniş bir sosyal sorunun yansıması olarak görmüştür. Bu anlayış, taraftarlık kültürünün yanlış temsil edilmesi ve yanlış anlaşılması ile güçlenmiştir. Örneğin, stadyumlarda abartılı bir şekilde pankart açarak, ateş yakarak, şarkı söyleyerek kulüplerini destekleyen nispeten büyük ve sıkı taraftar grupları, çoğunlukla şiddet olaylarına başvuran holigan grupları ile karıştırılmaktadır. Ayrıca holiganlar gruplar ile aşırı sağ grupların karıştırılması da söz konusudur. Futbolda şiddetle ilgili abartılı endişeler, aynı zamanda sporun giderek ticarileşmesi ve metalaştırılmasının da bir sonucudur. Futbol ligleri ve kulüpleri, gelirlerinin çoğunu, maçlara hiç gitmeyen insanlardan, online maç yayınlar ve ticari ürünler yoluyla elde eden büyük bir sektör haline gelmiştir. Şiddet, ya da futbolun özünden giderek uzaklaşan ortalama "tüketicilerinin" şiddet olarak algıladıkları şeyler (bazı taraftar grupları da dahil olmak üzere), bu işten para kazanmayı da olumsuz yönde etkiler.

Bu algı, zayıf temellere sahip olsa da futbolun "güvenlikleştirilmesine" yol açmıştır. Güvenlikleştirme, bir meselenin öncelikle bir güvenlik meselesi olarak tanımlanması ve dolayısıyla kanun ve düzen önlemlerinin bu meseleyi bu bağlamda ele alması sürecini tanımlar. Güvenlikleştirmenin kendi kendini güçlendiren bir yapısı vardır: "toplu polislik" ve "sıkı denetim" giderek daha fazla güvenlik önleminin alınmasına yol açar ve bunu meşrulaştırır. Futbol maçlarına çok sayıda polis memuru göndermek, futbolda bir güvenlik sorunun olduğu algısını beslemektedir. Dahası, güvenlik adı altında stadyumda ya da çevresinde sarhoş olmak gibi, bu da yeni yapay suçlar ve suçlular yaratılır.

Güvenlikleştirme aynı zamanda kendi "uzmanlarını" da yaratır. Eğer futbol esas olarak spor ya da eğlence olarak görülüyorsa, spor ya da eğlence alanında uzmanlaşmış kişiler aranır. Fakat bir güvenlik meselesi olarak görülüyorsa, güvenlik konusunda uzman olan insanları ararsınız. Hollanda Kraliyet Futbol Federasyonu, bu yılın başlarında, tribünlerdeki "kötü davranışlar" nedeniyle birkaç maçın ertelenmesinin alınması ya da tatil edilmesinin ardından bir polis şefi olan Frank Paauw'u bir sonraki başkan olarak aday göstermesiyle tam olarak bunu yaptı. Bu olaylar çoğunlukla taraftarların sahaya bira, sis bombası ya da havai fişek atması gibi münferit ya da şiddet içermeyen olayları kapsıyordu. Yine de federasyon, "taraftarların kötü davranışları" ile mücadelenin en büyük zorluklardan biri olduğunu savundu. Belli ki yeni başkan futbola öncelikle bir güvenlik ve asayiş meselesi olarak yaklaşacak ve bu da dolayısıyla güvenlik algısını daha da güçlendirecek.

Güvenlikleştirmenin topluma yüksek bir maliyeti vardır ve en yüksek maliyeti düzenli olarak maçlara giden taraftarlar ödemektedir. Avrupa'nın her yerinde taraftarlar giderek daha fazla olumsuz muamele görmekte, stadyum içinde ve çevresinde sürekli gözetim altında tutulmakta, nereye oturacakları ne giyecekleri ne söyleyecekleri ve hatta ne içecekleri bile kısıtlanmaktadır. Hâlâ müsaade edildiği şekilde deplasman taraftarlarına yapılan muamele daha da kötüdür. Her ne kadar kulüpler ve ligler stadyumlardaki güvenlik kameraları ve özel güvenlik görevlilerinin mali maliyetinin çoğunu üstlense de toplumun tamamı futbol maçları çevresinde giderek artan polis varlığı ve gözetimin bedelini ödüyor; gerçek bir güvenlik endişesinin olmadığı maçların büyük çoğunluğu da dahil olmak üzere.

Ayrıca bunun ağır bir siyasi bedeli de var. Pek çok ülkede "yüksek güvenlikli" futbol maçları sırasında, önemli eğlence ve alışveriş alanları da dahil olmak üzere stadyumların etrafındaki alanlar, "holigan" ile "taraftar" arasında çok az ayrım yapan, protokollere yeterince uymayan herkesi itip kakan ve bağıran, çevik kuvvet ve polislerle dolup taşıyor.

Yönetim organları FİFA ve UEFA tarafından organize edilen maçlarda durum daha da kötüleşiyor ve bu maçlar giderek artan bir şekilde kamu ve özel güvenlik personeli tarafından uygulanan bir tür "olağanüstü hâl" içinde oynanıyor. Bu durum sadece 2022'de Dünya Kupasına ev sahipliği yapan Katar gibi otoriter devletlerde değil, aynı zamanda Avrupa'nın kalbinde de yaşanıyor.

Tabii ki her şey tozpembe değil. Stadyumlar ticarileşme ve güvenlikleştirmeden önce bir grup taraftar için daha misafirperver olsa da kadınlar, etnik azınlıklar v.b. gruplar için genellikle düşmanca alanlardı. Bugün birçok stadyum bu gruplara karşı daha misafirperver hale gelmiştir. Örneğin birçok Premier Lig takımının stadyumlarında durum kesinlikle böyle. Geleneksel taraftarı dışlamadan ya da futbol taraftarlarının ve daha geniş kitlelerin sivil özgürlüklerini baltalamadan katılım mümkün olmalıdır. En önemlisi, otoriter önlemler almadan önce deneysel olarak sağlam kanıtlara dayanarak bazı kararların alınması gerekmektedir. İkinci olarak ise azınlığın güvenliği (korkuları) uğruna çoğunluğun hakları feda edilmemelidir.